Kerim Alptekin

kerimalptekin@diyanetsen.org.tr
Neofaşizm Çağı, Nakba ve Soykırım Karşısında Sivil Toplumların Etkisi
Neofaşizm Çağı
Dünya genelinde yükselen aşırı sağ partilerin (daha doğuştan kendi ırklarının üstünlüğünü savunan, otoriter yönetim anlayışını benimseyen, göç karşıtlığını din ve milliyet ayrımcılığını öne çıkaran eğilimlere sahip yönetim anlayışı)Vikipedi demokratik ve insancıl olmayan radikal kararlarla büyük toplumsal travmalara zemin hazırladıkları bir dönemin içerisindeyiz.
Bu gerçeklik, Birleşmiş Milletler, Arap Birliği, İslam İşbirliği ve NATO gibi uluslararası örgütlenmelerin hiçleştiği, etkisizleştiği bir süreci doğurmuştur. Yeni çağ, gücün hakim olduğu “kurallara dayalı uluslararası düzenlerin” sömürgeci mülksüzleştirme ve baskı hamleleri karşısında çürüdüğü, çöktüğü, anlamsızlaştığı bir hakikati önümüze koydu. Artık mevcut uluslararası sistem, düzen ölmüş durumda. Sadece tabelalarda isimleri var.
Bugün Filistin’de, yaşananlar karşısında Uluslararası toplumun etkisizliği bu gerçekliği gösteriyor. Likud Partisinin şımarık lideri Benjamin Natenyahu, Neonazi anlayışa sahip Ben Gvir ve Bazalel Smotrich gibi din faşisti koalisyonun yönettiği bu soykırım aslında 7 Ekim öncesinde Mısır’daki diktatoryal yönetimin suç ortaklığında Gazze açık hava hapishanesine dönüşmüştü. Irkçı, aşırı sağcı hükümetlerin sınırsız kibrine “arzı mevud” ütopyası eşlik edince yapılanlar bir etnik temizliğe dönüştü. Orantısız güç dengesi maalesef Filistinliler için korkunç bir bedelin ödenmesine sebep oluyor. Yaptığı her dönem yanına kar kalan İsrail’in Neonazilerden oluşan Siyonist yönetimi Hamas’ı bahane ederek büyük İsrail hayalinin peşinden koşuyor. Kendisine meşru zemin olarak ise her dönem iki yüzlü davranan ABD’yi gösteriyor. Nasıl ki ABD 11 Eylül’ü bahane ederek Irak ve Afganistan’ı işgal etti ise bende 7 Ekim’de yaşadıklarım yüzünden Lübnan, Yemen, İran, Katar… gibi Hamas’ı destekleyen ülkelere saldırabilirim diyerek daha da fütursuzlaşıyor. Oysa dertleri Hamas değil. Artık bunu tüm dünya biliyor. Batı Şeria’nın içerisinde yer alan kutsal metinlerindeki isimleriyle Samarya ve Yahudiye gibi bölgeleri ilhak etme hakkını kendilerinde olduğunu düşünüyorlar. Doğu Kudüs’ün tamamını alma aşamasına geçtiler. Daha sonra büyük İsrail topraklarına denk gelen her yeri işgal etmeyi ve demografik yapıyı değiştirmeyi planlıyorlar.
Nakba ve Soykırım
İsrail kurulduğu günden beri faşist şeceresi olan Siyonist sağın temel hedefi Filistinlileri topraklarından çıkarmak üzerine kuruludur. İsrail ve Filistin’in 75 yıllık trajik tarihlerinde bu kadar yıkıcı ve ölümcül bir dönem yaşanmadı. Savunma bakanı Yoav Gallant “insan hayvanlar” tanımlamasıyla Filistinlileri avlanacak bir av gibi görüyor. Bunu “nakba” yani Filistinlilerin şiddet kullanılarak mülksüzleştirilmeleri siyasi haklarının, insani ve ulusal isteklerinin yok edilmesi inancıyla yapıyorlar. Yapılan şiddetin tatmin olma eşiğinin nereye varacağını yapılan insanlık dışı uygulamalarda görüyoruz. Yok etmeden bir doyuma ulaşmayacaklarını anlıyoruz.
İsrail küstah özgüvenini ABD’deki Evanjelik Hıristiyan Siyonistlerin ve özellikle aşırı sağcı Cumhuriyetçilerin milyarlarca dolarlık askeri ve ekonomik desteklerinden ve isminde İslam sıfatı bulunan ülkelerin yönetimlerinin gözlerinin kör olmasından, umursamazlıklarından, kendilerini monarşik, mezhepsel ve otoriter yönetimlere kapatmasından alıyor. Bir tarafta revizyonist Siyonistler diğer yanda faşistler ve karşı tarafta sessiz duran, iktidarını halkına gösteren ama İsrail’e karşı iktidarsızlık sergileyen, paralarının çoğunluğu ABD ve Avrupa bankalarında olan emperyalist dünyanın müttefiki İslam ülkeleri. Tüm bunların bileşeni olarak ABD’nin bölgesel kalkan olduğu bir gerçeklik karşısında seyirci olan dünya hükümetleri! Ütopyacı, distopyacı vizyona sahip Trump’ın Gazze’yi Ortadoğu’nun Riviera’sına dönüştürme hayalini de bir kenara not edelim.
Sivil Toplumun Gücü
Gazze’ye insani yardımların ulaşması ve soykırımın durdurulması için özellikle Akdeniz havzası ve Avrupa ülkelerinden birçok bağımsız aktivistin ve sivil yapıların öncülüğünde kitlesel eylemler yapıldı. Fransa, İsveç, Almanya gibi birçok Avrupa ülkesinde sivil toplum kuruluşlarının çağrısıyla Gazze’ye destek mitingleri düzenlendi. Ailelerin çocuklarıyla katıldıkları çoğu eylem günlerce devam ettirildi. Tüm yapılan protesto gösterileri neticesinde İsrail’e koşulsuz destek veren Avrupa hükümetleri geri adım atmaya İsrail’e karşı ilk defa bir sınır koymaya başladılar. Artık halkın desteği hükümetlerin politikasından farklılaşıyor. İspanya ve Hollanda gibi ülkeler İsrail yönetimini açıktan hedef alıyor. Irkçı bakanların ülkelerine girişlerini yasaklıyor. Yahudi lobisinin etkisi sivil hareketler karşısında gittikçe azalıyor. Buda bize sivil toplumun kritik rolünü ve sadece iyimserlik alanı değil stratejik konulardaki gücünü de gösteriyor.
Sadece Filistin meselesinde değil yerel ulusal ve küresel sorunlar karşısında en büyük yumuşak güç sivil toplum hareketleridir. Tabandan başlayan ve karar alıcı mekanizmaları harekete geçmeye zorlayan her türlü sivil aksiyon, onurlu bir duruşun ve gönüllü bir mücadelenin neticesinde meyve vermesine sebep olur. Her insanlık dışı muamelelerde biz neredeyiz? Ne yapmalıyız? Sorumluluğuyla harekete geçmek insan olmanın temel niteliğidir. Tarihi bir sınavdan geçiyoruz. Pasiflikten, konformist yaklaşımlardan kurtularak aksiyon almanın bir sivil organizasyona omuz vermenin ne kadar anlamlı olduğunu bilmeliyiz. Küresel bir vicdan hareketi olan ve içerisinde her milletten ve inançtan insanların bulunduğu “Sumud” filosu bunun somut örneğidir. Belçika’daki nakliyeci sendikaların, İspanya ve İtalya’daki liman işçilerinin İsrail’e askeri malzeme taşıyan gemilere hizmet vermeme kararı da tüm sivil toplum kuruluşları için başka bir emsaldir.
H.z Muhammed (s.a.m)’in üyesi olduğu Hılfulfudul (erdemliler hareketi) Mekke’de zayıfların ve haksızlığa uğrayanların hukuklarını korumak için kurulmuş bir cemiyetti. Bu açıdan bakıldığında her türlü haksızlığa ve güçsüz olanın sesi olmayı merkezine almış olan sendikalar ve sivil toplumlar da modern çağın Hılfulfudul’udur. Hz. Peygamberin onayladığı ve içerisinde aktif olarak yer aldığı zamanının sivil örgütlenmesini bugün bizler yaşayan sünnet haline dönüştürme gayretinde olmalıyız. Diyanet-Sen ve Memur-Sen olarak bugüne kadar yerelde özgürlüklerin önünün açılmasından eğitim ve ekonomik alanlarda fırsat eşitliğine, bölgesel ve küresel sorunlarda, Doğu Türkistan, Suriye, Myanmar ve Filistin konularında sivil eylemlerden kitlesel gösterilere, maddi yardımlardan manevi desteklere, boykotlardan protestolara kadar üyesinin, halkının kalplerinden geçirdiklerini hayata taşımış imanından, insanlığından, üyesinden ve özgürlüğünden aldığı güçle sivil inisiyatif almaya da devam edecektir.
Hasılı monarşik, ırkçı, mezhepçi ve otoriter hükümetleri karar alma süreçlerinde etkilemek için en büyük güç olan sivil organizasyonların çoğalması gerekiyor. Özellikle de otokrasi ve dışa kapalı yapılarıyla öne çıkan İslam ülkelerinde cesurca harekete geçebilecek yapılanmaların arzı endam etmesi çok önemlidir. Çünkü haksızlık karşısında susmamak imanın, sünnete olan bağlılığın ve sorumluluğun gereğidir.