Hasan Urhan
Dünyanın Gözü Önünde Gazze
Gazze… Bir coğrafya parçası, bir şehrin adı. Ama sadece bir yerin adı mı, yoksa yüzyıllardır dinmeyen bir acının, süregelen bir direnişin sembolü mü? Gazze denilince sadece bir şehir düşünmemek gerek. O ad, bir halkın tüm acılarını, umutlarını, yıkımını ve direnişini içinde barındırıyor.
Gazze denildiğinde zihnimde canlanan manzara, gökyüzüne yükselen dumanlar, yanmış binalar, yarım kalmış hayatlar ve korkuya teslim olmuş yürekler. Ve en kötüsü, bu trajedinin dünyanın gözleri önünde yaşanması. Gazze’de bir halk, tüm dünyanın tanıklığında yok edilmeye çalışılıyor. Bu gerçeği görmek istemeyenler bile, aslında her şeyin farkında. Fakat nedense, dünya bu acıya sessiz kalmayı tercih ediyor. Sessizlik, çoğu zaman suça ortak olmanın başka bir yolu değil mi?
Gazze, tarihi boyunca birçok medeniyetin izlerini taşımış kadim bir şehirdir. Yüzyıllar boyu nice kültüre, inanca ve mücadeleye ev sahipliği yapmıştır. Ancak bu kadim şehir, özellikle İslam’ın bölgeye girişiyle birlikte bambaşka bir anlam kazandı. İslam dünyasında önemli bir ilim ve kültür merkezi haline gelen Gazze, tarih boyunca hep direnişin, umudun ve barışın simgesi oldu. Özellikle Osmanlı döneminde Gazze, barış ve huzurun hüküm sürdüğü bir yerdi. Osmanlılar, bu bölgeyi dört asır boyunca korudu ve geliştirdi. Gazze o dönemde bir liman kenti olarak ticaretin merkezi haline gelmiş, eğitim ve kültürde önemli bir yer edinmişti. Ama kim bilebilirdi ki, bu barış dolu günler bir gün yerini bitmek bilmeyen bir acıya, bir direnişe ve yok oluşa bırakacaktı?
Bugün Gazze, Osmanlı’nın koruyup kolladığı o huzurlu şehirden çok uzakta. Artık bir açık hava hapishanesi, savaşın, yıkımın ve çaresizliğin hüküm sürdüğü bir yer. İsrail’in 2007 yılından beri Gazze’ye uyguladığı abluka, burayı adeta dünyanın en büyük hapishanesine dönüştürdü. Denizin, karanın ve gökyüzünün Gazze’ye kapalı olduğu bu küçük bölgede, iki milyondan fazla insan yaşıyor. Hayatta kalmak için verdikleri bu büyük mücadelede, elektriğe, suya, gıdaya, ilaca erişim dahi bir lüks haline gelmiş durumda. İnsanların sadece hayatta kalmaya çalıştığı bir yer burası. Gazze’de yaşam, sürekli bir ölüm tehdidi altında sürüyor. Her an yeni bir bombardımanla evinizin başınıza yıkılabileceğini bilerek yaşamak ne demek? İşte Gazze’de yaşayanlar her gün bu korkuyla uyanıyorlar.
Gazze’de sabahlar, patlama sesleriyle başlar. Geceler, gökyüzünü aydınlatan bombaların korkunç ışıklarıyla geçer. İnsanlar, nereye sığınacağını bilemeden, çocuklarını kucaklarına alıp korumaya çalışırken, kim bilir kaç kişi bir daha uyanamayacaklarını düşünür. Bir annenin çocuklarını sarıp sarmalayarak siper olduğu o anlar, dünyanın vicdanına kazınmalıydı. Bir babanın ailesini korumak için çaresizce gözlerinin dolması, insanlık için unutulmaz bir sahne olmalıydı. Ama Gazze’de her gün bu sahneler yaşanırken, dünya bu acıya gözlerini kapıyor.
Gazze’nin en masum tanıkları ise çocuklar. Oysa çocuklar korkusuz olmalıydı. Onlar gökyüzüne baktıklarında, yalnızca masmavi bir gökyüzünü ve uçurtmaları görmeliydiler. Ama Gazze’deki çocuklar gökyüzüne bakınca savaş uçaklarını, bombaları görüyor. Ve her patlama, onların küçücük yüreklerine bir korku tohumu daha ekiyor. Bir çocuğun korkuları, yalnızca karanlıktan olmalıydı. Ama bu çocuklar her gün ölümle, yıkımla ve korkuyla yüzleşiyorlar. Oysa ki bir çocuk, savaşı değil barışı öğrenmeliydi. Gazze’de çocuklar en temel haklarından, hatta çocukluklarından bile mahrum bırakılıyorlar.
Gazze’de ölüm artık sıradanlaşmış. Her gün bir yakınını kaybetmek, evinin yıkıldığını görmek, bir cenazeye katılmak, bu insanların günlük hayatının bir parçası haline gelmiş. Yıllar süren abluka, bitmek bilmeyen askeri saldırılar, bu halkın hayatını mahvetmiş durumda. İnsan Gazze’de yaşamaya nasıl dayanır? Nasıl sürekli ölüm korkusuyla, yoksullukla, çaresizlikle yaşamayı öğrenir? Gazze’de insanlar her şeyden mahrum, ama umuttan asla. Çünkü Gazze’de umut, hayatta kalmak için en güçlü silah.
İsrail’in Gazze’ye yönelik uyguladığı politikalar, tam anlamıyla bir soykırım niteliğinde. Bu, sadece bir savaş değil, bir halkın yok edilme mücadelesi. İsrail, Gazze halkını ekonomik, psikolojik ve fiziksel olarak yok etmeye çalışıyor. Sistematik bir şekilde yürütülen bu politikanın hedefi, Gazze halkını yıldırmak, onları topraklarından koparmak ve kimliklerini silmek. Gazze’de yaşayan insanlar, sadece fiziksel olarak değil, aynı zamanda ruhen ve kültürel olarak da yok edilmeye çalışılıyorlar. Ablukalarla, bombalamalarla, temel insan haklarından mahrum bırakılarak bu halkın varlığı hedef alınıyor.
Uluslararası toplum ise bu trajedi karşısında büyük bir sessizlik içinde. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, insan hakları örgütleri, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını kınıyor, raporlar hazırlıyor, basın açıklamaları yapıyor. Ancak bu sözler, hiçbir somut adım atılmadığı sürece anlamsız kalıyor. İsrail, güçlü müttefiki Amerika Birleşik Devletleri’nin desteği ile bu saldırılarını sürdürüyor ve kimse bu duruma engel olamıyor. Uluslararası toplumun bu büyük sessizliği, aslında Gazze halkının maruz kaldığı bu zulmü kabullenmek anlamına geliyor.
Gazze’de yaşananlar, yalnızca bir bölgenin acısı değil. Bu trajedi, tüm insanlığın ortak bir yarası. Gazze, sadece Filistin’in bir meselesi değil, dünya için bir vicdan sınavı. Dünyanın gözü önünde, herkesin tanıklığında bu halk yok edilmeye çalışılırken, sessiz kalan herkes bu acının bir parçası oluyor. Gazze’nin yaraları hepimizin vicdanına kazınıyor, ama bu yarayı gören var mı?
Gazze’de yaşananlar sadece fiziksel bir yıkım değil. O bombalar, insanlık onurunu da hedef alıyor. Her yıkılan ev, aslında bir halkın geçmişine, kültürüne, geleceğine yapılan bir saldırı. Gazze’de her şeyden önce bir halkın onuru, var olma mücadelesi hedef alınıyor. Bu halk, her şeye rağmen direniyor. Çünkü Gazze halkı, direnmenin, var olmanın ve umut etmenin ne demek olduğunu en iyi bilen halklardan biri. Direnmek zorundalar, çünkü direnmek, onların hayatta kalabilme umudu. İnsanlığın unuttuğu direnci hatırlatıyorlar.
Bir gün gelecek, Gazze’de yaşanan bu trajedi tarihin sayfalarına kazınacak. O gün geldiğinde, bu zulme kimlerin nasıl tepki verdiği, kimin sessiz kaldığı, kimin direndiği yazılacak. Gazze’de yaşanan bu insanlık dramı, dünya tarihinin kara bir lekesi olarak kaydedilecek. O gün geldiğinde, bizler ne diyeceğiz? Gazze halkı acı çekerken, bombalar altında can verirken, biz ne yaptık? Bu trajediye göz mü yumduk, yoksa sessizce izlemekle mi yetindik?
Gazze, dünyanın vicdanını sorgulatan bir sınav. Bu sınavda doğru tarafta olmak, adaletin ve insanlığın yanında durmak zorundayız. Gazze’de her gün biraz daha kanayan bu yarayı durdurmak için ses çıkarmak, harekete geçmek, insanlığımızı hatırlamak zorundayız. Çünkü Gazze, yalnızca bir şehir değil; insanlık onurunun direnişidir.
Gazze’nin toprakları kanla sulandı, ama o topraklarda umut filizlenmeye devam ediyor. Çünkü Gazze halkı, her şeye rağmen direnmeyi, yaşamayı ve umut etmeyi seçiyor. Bombalar altında yaşamaya çalışsalar da, çocuklarını korumaya, gelecek hayalleri kurmaya devam ediyorlar. Çünkü Gazze, bir halkın onurudur. O onur, yıkılmadı, yıkılmayacak.
Gazze, bize insan olmanın ne demek olduğunu hatırlatan bir çağrıdır. Bu çağrıya kulak vermek, acıyı görmek, anlamak ve harekete geçmek zorundayız. Çünkü Gazze’de yaşananlar, sadece Filistin’in değil, tüm insanlığın meselesidir.
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür Müslüman’a selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu