Nazif Kocaçoban
Vakıf Mirasımıza Sahip Çıkalım
Biz inşa ve ihya medeniyetinin mirasçılarıyız. Bizim ecdadımız gittiği her yeri inşa etmiş ihya etmiştir. Asla yakıp yıkmamıştır.
Gerek İslam Medeniyeti gerekse Selçuklu, Osmanlı medeniyet anlayışına baktığımızda vakıf medeniyetini görürüz. Nedir Vakıf medeniyeti? İnsanlara hatta Allah’ın yarattığı tüm canlılara karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek hizmet etmektir.
Dünya hayatının geçici, ahiret hayatının ise ebedi olduğu bilinci ile hareket eden ecdadımız gerek Selçuklu gerekse Osmanlı İmparatorluğu zamanında vakıf müessesesine büyük önem vermiş birçok konuda vakıf kurmuştur. Hiç şüphesiz İslam şehirleri de İslam medeniyetinin en temel unsurlarından biri olan vakıf kültürü ile şekillenmiş, şimdilerde belediyelerin üstlendiği birçok sosyal hizmet, vakıflar aracılığı ile sorunsuz bir şekilde yürütülmüş, Dini ve milli kültürümüzün temellerini insanı esas alan medeniyet anlayışımız oluşturmuştur.
Vakıf medeniyetinin temeli İslam ile başlamıştır. Hz. Peygamber (SAV) Medine’ye hicret edince ilk yapılan mescid vakıf binalarının ve vakıf kültürünün temelini oluşturmuştur. İlk vakfedilen yer Fedek Hurmalığı’dır. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı vakıf kültürü ve vakıfların kurumsallaşması için büyük gayret sarf etmiştir. Vakfet, yaşat ve yaşa temel ilkelerdir. Özellikle Fatih Sultan Mehmethan vakıf duası ve vakıf bedduası yayınlamıştır.
Vakıf, Yunus Emre'nin ifadesiyle yaratılanı yaratandan ötürü sevme, hayır yapma, paylaşma ve dayanışma duygularının kurumsallaşıp somut hâle gelmiş şeklidir. “Halka hizmet Hakka hizmettir”, “Her şey insan için” düşünceleri ile şekillenen bu anlayış her alanda müesseseleşerek günümüze kadar intikal etmiştir.
Vakıf kültürünü zirveleştiren ecdadımız, camiler, çeşmeler, askeri kışlalar, hastaneler, hatta içtiğimiz sular ve daha isimlerini sayamadığımız nice hayır müesseselerinin yanında yaralı kuşlara hasta hayvanlara bile el uzatmış onlar için tedavi merkezleri kurmuştur.
Sivil toplumu, belli bir yasal düzenleme içerisinde gönüllülük esasına dayalı olarak kendi kaynaklarına sahip, devletten özerk, özel alan ile devlet arasında aracı niteliğinde örgütlü bir sosyal yapılanma olarak tanımlarsak vakıfları da sivil toplum kuruluşlarının en güzel örnekleri olarak değerlendirmemizde bir sakınca yoktur. Vakıf malı asla kişilerin malı olamaz. Çünkü vakıflar Allah rızası için canlıların sıkıntılarını gidermek amacıyla kurulmuştur. Vakıflar verenler ile ihtiyaç sahipleri asında bir köprü vazifesi yapmaktadır. Verenler kime verdiğini, alanlar da kimden aldığını bilmediği için insanların onur ve haysiyetleri kırılmamış olur.
Bugün vakıf medeniyeti, o görkemli günlerinden çok uzaktır. Edindiği malı vakıf aracılığı ile ebedileştiren ecdadın yerini bu gün henüz yaşamadığı hayatın 10 yılı ile kredi çekerek mal biriktirme sevdasına düşmüş günümüz insanı arasında huzur bulma açısından da dağlar kadar fark vardır. Aradığımız huzuru bulamıyoruz. Zira insana huzur veren şey, başkalarına faydalı olmak ve onların hayır duasını kazanmaktır.
Vakıf kültürü ve medeniyetinin yeniden ihyası için önce bu medeniyeti oluşturan insan ruhunu yakalamamız gerekmektedir. Halka hizmet ederek, devlete büyük destek sağlayan bu müesseselerimizin yapı taşı kuşkusuz insandır. Hem bu ruhu hem de sivil toplumun en güzel örneği olan vakıfları yeniden ihya edebilme gayreti içinde olalım.
"İyi şeyler inandığında, daha iyi şeyler sabrettiğinde ve en iyi şeyler hiç vazgeçmediğinde gelir…"
Hiç bitmeyen heyecan, bilme ve başarma azmiyle, gönlümüzü ve gönül coğrafyamızı daha güzel, daha yaşanabilir yapma dileğiyle tüm Diyanet-Sen’li dava arkadaşlarıma, din görevlisi kardeşlerime sevgi ve selâmlarımı sunuyorum.