Nazif Kocaçoban
Diyanet-Sen Bir Misyon ve Vizyon Sendikasıdır
Çalışma süreleri emek mücadelesinin temel alanlarındandır. Dünya tarihi, emekçilerin çalışma sürelerini kısaltarak kendilerine ve ailelerine zaman ayırabilme, dinlenme hakkını kullanma çabalarına dair bitmeyen mücadelenin tanığıdır. Dünyada birçok olay çalışma sürelerinin ve şartlarının düzeltilmesi için çıkmaktadır.
Yasal olarak ülkemizde haftalık çalışma süreleri memurlar için 40, işçiler için 45 saat. Bunun üzerine işçilerde yılda en fazla 270 saat fazla mesai yaptırılabileceği düzenlenmiş iken memurlar için bu sınırlama da yok. Diyanet çalışanları için ise mesai mefhumundan bile bahsedilememektedir. Kendi nam ve hesabına çalışanlar (esnaflar, muayenehanesindeki doktorlar, avukatlar, muhasebeciler gibi) için ise fazla çalışmanın sınırı da bulunmuyor.
Yapılan çalışmalar Türkiye’de uzun süre çalışmanın yaygın olduğunu gösteriyor. Bir işçi sendikasının 2017 yılında yaptığı çalışmaya göre AB ülkelerinde haftada 40 saatten fazla çalışan işçilerin oranı yüzde 20 iken Türkiye’de bu oran yüzde 74. 2016 verilerine göre OECD ülkelerinde haftalık ortalama çalışma süresi 40,4 saat iken Türkiye’de 49,3 saat. Ama din hizmeti yapanlar için bu saat mefhumundan söz bile edilemez. Din görevlisi sadece namaz kıldırma memuru olarak görülse de esasında doğumdan ölüme kadar hayatın her anında toplumun önderi/yoldaşı olmaya devam ediyor. Camide imamlıkla beraber, düğünde, nişanda, taziyede, sünnette, barışta hep din görevlisi görevini ifa etmeye devam etmektedir. Bir gece yarısı cenazemiz var diye çağrılırken asla “ben gelemem demeyen” din görevlisinin hakkını yürekten teslim etmek gerekiyor.
Peki, Din görevlisi ve Din görevinin mütemmim cüz’ü Diyanet daire personeli gerek görevleri gerekse sosyal hayatın tamamındaki hizmetleri için bu hizmetlerinin karşılığını tam olarak alamamasının bir anlamı olur mu? Her sosyal aktivitenin kendine özgü bir dinamizmi vardır ve bunların her birisi bir ihtiyaçtan doğar ve Din görevlisi bu ihtiyaç kategorisinin merkezindedir.
Köylünün, çiftçinin örgütlendiği yerde emeğin mücadelesi adına örgütlenme elbette kaçınılmazdır. Eğer bir yerde "bilgi ve para " tekelleşmiş ise orada adil paylaşımdan söz edilemez. Bu dünyada da ülkemizde de böyledir. Bugün yaşadığımız ekonomik sıkıntıların arka planında bunun olduğunu görmemiz gerekiyor. Din görevliliğinin kutsal meslek olduğunu söyleyip, bu mesleğin fedakârlık gerektirdiğini dile getirenlerin hileli cümleler kurduğunu da görmemiz gerekiyor. Fikirlerimiz karşılık bulsun, emeğimizin hakkı verilsin istiyorsak, sendikal mücadeleye omuz vermemiz gerekiyor.
Sendikal hareket, emek mücadelesi ve alın terinin hakkını aramanın adıdır. Bugün Diyanet ve Vakıf Hizmetleri iş kolunun Dünyada ve Türkiye'de ilk ve en büyük sendikası ve konfederasyonu olarak bizimle ilgili cümle kuranların bu başarımızı konjonktüre bağlayan tuzağa düşmememiz gerekiyor. Konjonktür imkân sağlar; ancak başarıya taşıyan o değildir. Konjonktür, 'hemen önümüzden akan nehre benzer.' Siz ondan istifade etmesini bilerek; sulama imkânı veren bir fırsata, enerji üretimine vesile olacak organizasyona dönüştürecek bir irade oluşturamazsanız emeğiniz boşa çıkar. Emek mücadelesi uzun soluklu ve bedel ödemeyi göze alanların işidir. Diyanet-Sen bu uzun soluklu mücadelenin rahvan atı gibidir, asla yorulma bilmez. Kendinden feda eder ama asla üyesinin ve din görevlisinin feda edilmesini kabul etmez. Üyesinin ezilmesine izin vermez.
Diyanet-Sen bir misyonun adıdır. Diyanet-Sen bir vizyon sendikacılığının alana yansımasıdır. 90 bin civarında üyesiyle 100 bin hedefine yürürken alanda kendini gösteren sağlam yürekli teşkilatın adıdır; Diyanet-Sen.
Zorluklar aşılmak içindir ve Diyanet-Sen üyesiyle her zorluğu aşmak üzere 7 gün 24 saat alanda kendini göstermektedir. Bu güzellikler için Diyanet-Sen’in her bir ferdine teşekkür ederiz. Biz birlikte varız. Mücadele safhasında omuz omuza, yürek yüreğe mücadeleye devam inşallah.