Osman Aydın
Hayra Anahtar, Şerre Kilit Olmalıyız
Ay’ın fethedildiği, Merkür’e, Venüs’e, Jüpiter’e gitmenin yollarının arandığı, teknik ve teknolojinin zirveye çıktığı bir asırda yaşıyoruz. Atomun silah olarak iflas ettiği, hidrojen bombasının icat edildiği bir çağdayız. Hava, kara, deniz ve demir yollarının örümcek ağı misali dünyayı kapladığı ve uzakların yakın olduğu dünyanın küçüldüğü bir zamandayız. Eşyanın esrarının sentez ve analizinin yapıldığı BİLGİ atmosferindeyiz.
Teknolojinin zirve yaptığı bir dönemde, insanlığın kıyıya vurduğu, oluk oluk Müslüman kanının aktığı, güçlünün zayıfı ezdiği, mazlumun imdat imdat bağırdığı şefkat sesini duyuramadığı, çocukların öksüz yetim kaldığı, vatan, namus gibi değerlerin ayaklar altına alındığı, insanların insanlıktan çıktığı, “Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (Sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” Ayeti celilesinin sırrının tecelli ettiği eşrefi mahluk olarak ve en güzel surette yaratılmış olan insan oğlunun insanlıktan çıktığı zalim, gaddar, barbar olduğu bir zamandayız.
Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü karanlık çağdan aydınlığa, cahiliye döneminden medeniyete kavuşturan bir dinin mensubu olan bizler; aslımızdan, örfümüzden, adetimizden, özümüzden, sorumluluğumuzdan uzaklaştığımız için ipi kopmuş tesbih taneleri gibi dağılmış toplanamıyoruz.
Yeniden kıyama kalkıp kendimize gelmeliyiz. Unutmayalım ki; “Salihlerin tembelliği, fasıkların cesaretini artırır.” Gözyaşı dökmek, ağlamak zamanı değil. Ter dökme, aklını kullanma zamanıdır.
Birinci önceliğimiz madde değil mana olmalıdır. İhlas, samimiyet, sadakat olmalıdır. Başarının sırrı davaya sadakatten geçer.
“Sizi harekete geçirmeyen imanın, sırattan geçirmesine imkan yoktur”.
“Hak yolunda hakikate varmak sözle olmaz! İnandığını yaşamakla olur”.
“Kanayan bir yara gördü mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim,
Çiğnenirim, çiğnerim, Hakk’ı tutar kaldırırım”
Yanacak ciğer kalmamış, kamçı yeme, çifte yeme cesaretimiz kalmamış, Hakk’ı tutup kaldıracak güç kalmamış.
Kul olduğumuzu kulluk mükellefiyetlerimizi, dinimizin yüklediği misyonumuzun, inananlar olarak mesuliyetimizin idrakinde ve din görevlisi olarak “Hayra anahtar, şerre kilit” olmalıyız. Yeniden tarihteki misyonumuzu yüklenmeliyiz.
Diyanet-Sen olarak kuruluşundan bu yana yılmadan usanmadan ve ekseninden şaşmadan bir dava, bir sevda olarak çalışmalarımıza devam etmekteyiz. Hiçbir zaman zordan yılmayıp, kolaydan gevşememeliyiz. Bu dava rehaveti kabul etmez. Çünkü ilk kuruluş amacı özelde üyelerinin hak ve hukukunu arama, koruma, kollama, genelde ise bütün inananların, Ümmet-i Muhammed’in sesi soluğu olma, zalimin karşısında, mazlumun yanında, haksızın karşısında, haklının yanında olmak için kurulmuştur.
İnsan hayıtının her alanında görevi olan vatanın, milletin birlik beraberliğinin teminatı olan, siyasi iktisadi, içtimai hayatta denge unsuru olan din görevlilerinin gücü göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Onun için bu ulvi görevimizin bilinci ile hareket etmeli ve fark ettirmeliyiz. Neyi, ne için yaptığımızı bilmeliyiz.
Değerli Diyanet-Sen mensubu kardeşlerim; milli şairimizin dediği gibi
Sahipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.
Değerli Dostlar, okuyucular hepinize saygılar sunuyorum.